31 Ocak 2010 Pazar

GÜLCEK AJAX'A DOĞRU!



7 ay var, 5 ay var, aha 2 ay kaldı, 20 gün sonra gidecek derken zaman geldi de çattı: Gülcek gidiyor! Birkaç saat sonra pek değerli manitam, ağzına kadar marijuana ve magic mushroom dolu Amsterdam'a uçacak ve 5 ay boyunca oralarda takılacak.

Biraz benim b*k yemem oldu aslında bu. Sen kalk; kızın aklında yokken "Bak Erasmus diye birşey var, sende başvursana beraber gideriz?" deyiver (akademik olarak FAIL! biri olduğunu bilmezmiş gibi), ondan sonra kız gitsin sen mülakatta "Ehem, enciniyıring iz dı fiyıld aym intırestıd in" de kal İstanbul'da. Herşey olacağına varıyor gerçekten.

Neyse ki durumun hazmedemediğimiz evresini çoktan geçirmiştik ki son günler yaklaştıkça rahat geçti. Yani elbette birbirimizi özleyeceğiz ama bunu "yol ayrımı", "aman Allah'ım kader!", "böyle bitmez aşklar!", "Kadınım! Eşyaları topladın, gittin; epilasyona girmiş gibiyim." gibi olayı dramatize edip suni bir tutku yüklemenin anlamı yok tabii ki. Tabii olaya 5 ay boyunca bu şekilde rasyonel bakabilmek için kendime 2 adet meşgale belirledim: İnek kız tribiyle ders çalışmak ve ortaokul ve lisede piştiğimiz o hayvani erkek ortamına girmek. Artık 2.siyle ilgili kimi dostlarımın seviyesiz sohbetleriyle yanımda olacağından eminim (onlar kendini biliyor).

2.dönemin benim için bambaşka olacağı aşikâr. Sonuçta koca bir yıl benimle olan bir parçam 5 aylığına benden kopacak. Fakat aslında sabah okula gidip akşam dönmüş gibi olacak, en azından böyle bakmak biraz daha iç ferahlatıcı.

Bu kısımda direk kendisine hitap edeyim:
Bol eğlen, güzel vakit geçir! Seni çok seviyorum Gülcek! :)

(Ayrıca bu yazıyı yazarken otöbüs ya da okul servisinde seninle konuşamamak gibi yeterince utandım.)

(Bir de başlığı yazarken aklıma Fotomaç başlıkları geldi.)

28 Ocak 2010 Perşembe

An unknown trip to the equilibrium point



Klasik bir ara tatil vakti ve sabahın 5'inde uykusuz uykusuz oturuyorum (Aslında uyudum sonra tekrar uykum kaçtı ve uyandım). Uyandıktan yaklaşık 10 15 dakika sonra annem görevini "Oğlum uyumadın mı hala? Yatarken gözlüğüne dikkat et, kırma yine." sözleriyle yerine getirmiş bulundu. Açıkçası bu uyuyup uyanmalarımı, bazen uyuyamamalarımı biraz da heyecana bağlıyorum: Çok tabii bir heyecan.

Yüzyıllar önce bir şehir kuruldu ve bu şehirde insanlar ticaretle para kazanırlardı. Gel zaman git zaman, bu adamlar alıp verip ekonomiye can vere vere parayı nasıl saklamaları, harcamaları, idareli kullanmaları ve kazanmaları gerektiğini öğrendiler; kuşaktan kuşağa aktardılar. Geçen yüzyıllar boyunca medeniyetler yıkıldı, yenileri kuruldu. Bu tarih ne Keloğlan'lar, ne Galileo'lar, ne Kavalalı Paşa'lar gördü ama onları yokedemedi. Orada doğan her çocuk dünyaya gözlerini bir broker olarak açtı. Kapitalizme en hızlı onlar ayak uydurdu, Adam Smith'i en çok onlar sevdi. Memleketin çıkardığı her 3 zenginin 2'si oralıydı. Orası: Kayseri.

Evet; haftaya salı sabahı muhterem ve yakın Kayserili dostlarımın daveti üzerine, 2.memleketim olarak kabul ettiğim bu Anadolu'nun Mekke'si (Konyalı arkadaşlar da "Biz Anadolu'nun Medinesiyiz!" diyor. Böyle tinsel kapışmalar güzel tabii, maneviyatımız kuvvetleniyor.) güzel şehre gideceğim. Geçende karar verdim, 3 günlük ziyaret sırasında bir günlük tutacağım. Sonrasında da bu günlüğü burada paylaşabilirim. Sırrı açığa vurmak, herkese kazandırmak lazım.

26 Ocak 2010 Salı

Vengo


Malum bu aralar hayal edemeyeceğim kadar boşum ve 14 hafta boyunca "Boş olsam n'apardım?" sorusuna verdiğim her cevabı uygulamaya geçirmeye başladım. Mesela; daha önce izlediklerim de dahil film izlemeye başladım. Mesela Heat'i izlememiştim: Al Pacino, Robert De Niro, Val Kilmer falan. Soygun, hırsız-polis vs. Güzeldi tabii de öyle film işte, etkilemedi. Yani New York Times adına yazan eleştirmen bilmemne Stewardson'un her filme dediği gibi "Stunning & Brilliant" değildi.

Sonra internette dolaşırken bir video'ya rastladım: Bir grup çingene toplanmışlar, aralarında kabadayılar gençler, güzel esmer kadınlar falan var. Flamenko yapıp, çalgıcılara ayak uyduruyorlardı. Yalnız müzik ve ses gerçekten efsaneviydi. "Bu neymiş?" diye bir baktım: Vengo diye bir filmden sahneymiş [Aşağıda linki verdim, izlenmesini şiddetle tavsiye ediyorum]. Filmi de izledim ve her ne kadar o kesiti kadar muhteşem olamasa da film de gayet güzel.

Film, illegal işlerle uğraşan iki çingene ailesinin arasındaki kan davası üzerine kurulu. Baş karakter ailelerden birinin lideri olan Caco. Caco, kızı Pepa'yı kaybetmenin üzüntüsüyle onun boşluğunu kardeşi Mario'nun engelli oğlu Diego ile doldurmaya çalışıyor. Bu arada Diego'nun babası Mario, Caco ve ailesinin Caracavas ailesiyle düşman olmasının sebebi; çünkü bu aileden birini öldürmüş durumda. Caracavas ailesi Caco'ya "Ya bize Mario'nun nerede olduğunu söyle ya da Diego'yu öldüreceğiz!" diyor. Tüm bunların arasında seçim yapmaya zorlanan Caco; savaşmak, kızının yası ve yeğenini koruma telaşının arasında kendini tüketiyor, içtikçe içiyor, dağıtıyor.

Aslında filmin hikayesi son derece sıradışı, muhteşem değil. Ancak filmi "çok güzel" yapan; Endülüs kültürünü tanıtan neyle gitarın birbirine karıştığı müzikler, flamenko şölenleri, muhteşem kadın sesler ve oyunculuk. Açıkçası Caco rolünde oynayan Antonio Canales denen adamı gayet başarılı buldum. Zaten bunlar mükemmel olmasa bu senaryodan uzun metrajlı bir film çıkarmıydı tartışılır.

Filmin çıkışı 2001 yılındaymış, yönetmeni de Tony Gatlif (hatta bu adamın Fatih Akın filmlerinden tanıdığımız Birol Ünel'le Transylvania diye bir filmi de var). Bunun dışında filmdeki müziklerde neyi çalan Türk ney üstadı Kudsi Erguner imiş.

Özellikle Latin & Çingene kültürüne biraz bile olsa sempatisi olanlara tavsiye ediyorum.


(Etkileyici video'nun linki: http://www.dailymotion.com/video/x364wp_vengo-arrinconamela )

21 Ocak 2010 Perşembe

Sağ salim atlatmak



Yılın en zor iki haftasından birini bir kez daha kurtulmanın verdiği mutluluktan sersemlemiş durumdayım. İyi veya kötü bitti ya, o yeter. Ondan geçtim, bundan kaldımın muhasebesini yapmadan bir panda gibi geçireceğim 3 hafta başlıyor.

16 Ocak 2010 Cumartesi

Kırılma noktası


Hayal kurmak; her ne kadar yemek, içmek, karşı cinsle beraber olmakla aynı içgüdüsel kategoride olmasa da bireyin hayata tutunması, yaşayabilmesi için en büyük gerekliliktir. İnsanoğlu her boş kaldığı/kimi zaman kalmadığı zamanlarda sürekli hayal kurar, ileride geçireceği, göreceği zamanların daha iyi, istediği gibi olduğunu zihninde tasavvur eder.

Kimi zaman bireysel refahınız için, kimi zaman "toplumsal iyiye ulaşabilmek" için, kimi zaman ise sevdiğiniz, değer verdiğiniz birinin mutluluğu için hayal kurarsınız. Kurulan hayallerin ölçeği yaşadığınız koşullara, karakterinize göre farklılık gösterir. Kimi hayaller son derece kanaatkârdır, kimi hayaller ise aklın hayalin alamayacağı ölçüde ütopiktir. Fakat ortada yadsınamaz bir gerçek vardır ki; zaman geçtikçe, yaş ilerledikçe, daha doğrusu birey gerçekleri gördükçe/farkettikçe hayalleri de orantılı olarak küçüldüğüdür. Farkına vardığınız her gerçek, hayallerinizin ölçeğini bir derece daha küçültür; farkına vardığınız her bir gerçek, aklınızda beliren bir kırılma noktasıdır.

Açık sözlü olmak gerekirse; çocukluğumdan ergenlik çağımın ortalarına kadar kurduğum hayaller farklılık gösterdi. Mimarlıktan, ataşeliğe herşeyi olmak istedim. Fakat çocukluğumdan beri; farklı yaşam hikayeler, farklı toplumlar ve onları gelenekleri son derece ilgimi çekmiştir. Hayal meyal hatırlıyorum: 10'lu yaşlarımın başında bir gün dünyadaki 6 milyar civarındaki insanın ve binlerce çeşit ırkın oluşturabileceği farklılığı düşündüğümde kendi kendime dehşete kapılmıştım. Lise yıllarına geldiğimde memlekette onlarca farklı kültürün, toplumun, dinin, dilin varolduğu, hepsinden önemlisi bunların memleketin sınırları içerisinde birarada olabildiği için kendimi şanslı hissetmiştim. Buna dayanarak o zamanlar bir hayal kurmuştum: Bundan 15 yıl sonra bir gün umarım Yezidi bir arkadaşım ve Rum sevgilisiyle bir Ermeni meyhanesinde Kürtlerle birlikte eğlenebiliriz.

Tabii memleketin 100 yıllık tarihi bu hayalin elverişliliğini yeterince daraltmıştı. Önce Ermeniler, sonra Rumlar, sonra bir kısım Kürtler. Yezidilerle Süryaniler de kaşla göz arasında kaybolmuşlardı. Yine de umutsuz olmanın alemi yoktu, elde kalanlarla böyle güzel bir ortam tesis edilebilirdi. Aykırı sesler olabilirdi ama herkesin fikri kendineydi. Nihayetinde zorla güzellik olmazdı.

Bu hayalin şimdiye kadar kurduğum en saf hayal olduğunu 3 yıl önce birileri hatırlattı. Hrant Dink'in Şişli'de üzerine gazete kağıtları serilmiş cesedi "Kendine gel lan, yok öyle birşey!" dedirtti bana kendi kendime.

Üzülmüştüm. 50'li yaşlarda bir editörün adam gibi bir ayakkabı giyemeden ölmesine, Anadolu'dan farklı bir kültüre mensup bir insanın daha eksilmesine üzülmüştüm. Fakat yukarıda bahsettiğim hayalimi tuzla buz eden asıl kırılma noktası bu ölümü izleyen olaylar olmuştu. 20, hatta 19 Ocak 2007'de toplam 300bin/400bin (belki de daha fazla) insan Taksim'de, Osmanbey'de "Hepimiz Ermeniyiz!" diye haykırırken, bazıları ise "puahaha bir Ermeni öldü hepimiz Ermeni olduk. Allah Bülent Ersoy'u korusun!" diyebilecek yüzsüzlüğe sahipti. Korkuyorum diye haykıran, neredeyse aman dileyen ve bu ülkeyi "Evet bu topraklarda gözümüz var ama alıp götürmek için değil, gömülmek için" diyebilecek kadar seven bir adamın arkasından Kurtlar Vadisi'nden gördükleri iki komplo teorisinin içine sıkıştıracak kadar basitleşebildiler. Onu arkadan vuranı Türk Bayrağı ile çektiler. Kimileri "1,5 milyon +1, heheheh" diyebildi. O Aydın Doğan'dan, taraflı medyadan dem vuran kıraathanelerin 30 yıllık Ortadoğu uzmanları adamın 2 yazısını okumadan medyanın verdiği "temiz/kirli kanlı" bir cümleyle adamı hain, kansız, bölücü yaptı. İşte bunları gördükten sonra bir hayalim yıkıldı gitti olmamışçasına.

Yalnız birşey söyleyeyim de içimde kalmasın: Hakkaten hepimiz Ermeniyiz! Hakkaten hepimizin kanında bir Ermenilik var. Bazısının babasının anneannesi, bazısının dedesi; hani o Metin diye bildiğiniz dedeniz Mikael, Hasret diye bildiğiniz babaanneniz Heranuş. Çoğumuzun, hem de büyük çoğunluğumuzun 2 3 kuşak üstü "evlatlık". İnanmayan varsa araştırsınlar, rahmetlilerin kimliklerinde "muhtedi" yazıyor mu, yazmıyor mu. Hepimizde ama hepimizde bir "kansızlık" var. Hadi diyelim sizde yok, o zaman yanınızdaki bir arkadaşınızda, öğretmeninizde, müdürünüzde; var! Hele ki İç Anadolu, Akdeniz, Doğu yörelerindenseniz s*çtınız! % 1000 kanınız bozuk arkadaşlar.

Çok az kalmıştı. Bizim bizi farketmemize, bu ülkenin bekasını hep beraber düşünmemize gerçekten çok az kalmıştı. Fakat bir grup; sevdiğini iddia ettiği bu ülkeyi onlardan daha çok seven, daha çok bölünmez bir bütün halinde görmeyi arzulayanları ezip geçtiniz. Kısacası genç neslin geleceğinin içine s*çtınız.

Yazıklar olsun!

( Bu yazıyı çok entel kuntel görebilirsiniz ama içimden ne geldiyse onu yazdım. T**** geçmeyi düşünen varsa da lütfen çekinmeden geçsin. Ne de olsa ağlanacak halimize güldüğümüzün resmidir.)