29 Kasım 2009 Pazar

H1N1 nelere kadir


Sabancı öğrencisi için çok hızlı cereyan etmesi muhtemel bir sınav dönemi öncesinde nimet olan, domuz gribi korkusu kaynaklı, Kurban Bayramı ile birleştirilmiş bir 10 günlük tatilin daha sonuna gelmiş bulunuyoruz. Yine kimilerimiz, içinde öğrencilik vicdanı barındıran genç dimağlar olarak, "Ulan 6 ödevim var ya, hepsini yapıcam üzerine Cuma günkü midterm'e çalışıcam", "4 haftadır derse gitmiyorum ama tatilde çalışıp tüm açığımı kapatıcam", "Tatilde kendimi sabah 7.30'da kalkmaya alıştırıcam", "Tatilde şınav çekmeye alışıp, spora başlayacam" gibi iddialı laflar etse de biliyorum, yine bir bok yapmadı. Olsun, en azından kayıp zaman geçirmedik, yattık uyuduk yedik içtik, eğlendik iyi oldu.

Benim bu tatil ile alakalı ve garipsediğim olay şuydu: Haftanın ilk 3 gününün Kurban Bayramı ile birleştirilip 10 günün tatil edildiği kararı 19 Kasım sabahı açıklandı. Tüm okul sevindi, mutlu oldu vesselam. Tabii biz karmaşık duygular içerisindeyiz (malum Çağlar arkadaşımla vice-president olmaya göz diktik, seçim meçim uğraşıyoruz). Tamam; tatil yatma uyuma bunlar güzel şeyler de neden tatil olmuştu? Herkes bir an önce gitsin de domuz gribi bulaşmasın kimseye diye. E 19 Kasım saat 23:59 sonrasında ne vardı? 20 Kasım çıldırması'nın 1. yıldönümü!
Yani ilk spontaneliğinden dolayı bi 700 kişi olmasa bile (ki ben onda yoktum, o yüzden bu 20 Kasım'a en özenenlerden biriydim) A yurtlarının arasında 400 kişinin hep beraber hoplayıp zıplayıp, çamurlara bulanıp salyalarını akıtarak birbirlerine sarılacakları belliydi. Yani o kaynaşmadan sonra bırak H1N1'i H ve N'in tüm kombinasyonuna sahip virüsler herkesi vurabilirdi. Diyeceğim o ki; tatil oldu, güzel oldu, hoş oldu da amacına hizmet etmedi. Birşey olmadıysa da şansımıza olmamıştır. Okuyan diyecek ki, "Ulan sanane, bedavadan yattın daha ne istiyorsun?". Ben memnunum zaten, öyle "Memleket olarak tembeliz, çok tatil yapıyoruz ya! Oysa Japonlar öyle mi?" diyen biri olmadım hiçbir zaman. Ama işte mevzunun kendisi ironik geldi.

Çocukluğumdan beri her Kurban Bayramı'nda şu televizyonda gördüğümüz inek, öküz gibi büyükbaş hayvanlarının kaçış sahnelerini çıplak gözle görmek isterdim; bu bayrama nasip oldu. "Nerde o eski bayramlar?" deyişini andırırcasına Bayram namazına uyanmadığım ve umarsızca 11'lere kadar uyuduğum bayramın ilk günü balkona çıktığımda bir Milka ineğinin sokağın bir başından öbürüne kaçarken arkasında "Huooo!" diye naralar atan 4 5 kişiyi koşturması benim nezdimde şu bayramın en hatırlanır anı olarak kaldı.

Tabii bu görüntülerin akabinde bayram ziyaretleri sırasında bu kadar güzel görüntülere tanık olmadık. "Hæydibismillæh!" diye çok kan aktı, sokaklar caddeler ciğer, dalak, böbrekle doldu taştı. Kurban kesilmesine karşı değilim; en nihayetinde 1000 yıldan fazla süregelen bir adet, dini bir gereklilik olduğu gerçek. Ama e beyamca, madem yılın 4 günü natural born killer oluyorsun; mübarek gündür, bırak münafıklığı, sıyrıl küffarın arasından da "Temizlik imandan gelir!" diye temizle döktüğün kanı, çıkardığın dalağı değil mi? Sen onları sokakta bırakınca 7 yaşındaki kız çocuğu onu görüyor, 20 yıl sonra vejeteryanlıkla başlayıp, Hinduizm'e giden yola giriyor. Zannımca nahoş bir durum.

Bu bayram ailemi, akrabalarımın bir kısmını gördüm, şeker tatlı yedim. İlginçtir, para almadığım da söylenemez. Fakat lise yıllarından beri peşimi bırakmayan talihsizlik beni bu bayramda yine vurdu: Uzamış saçlarımı yine ve ısrarla yanlış kestirdim! Tıraş eden abiye o kadar söyledim; "Biraz kısaltalım", "Favoriler kalsın" dedim. Ama ne biraz kısaldı, ne de favoriler kaldı. E herşey olup bittikten sonra adama ne diyeceksin? "Abi naptın? Ama böyle değildi?" dedim, "Kusura bakmayın, unuttum" falan filan. Geçen sefer de böyle bir kazaya kurban gitmiştim. Bir adama biraz kısalt dedim, yanlışlıkla 3'e vurdu (daha doğrusu vurduğunu iddia etti). Sonra makinaya baktığında aslında 2 vurmuş olduğunu anladı. Tabii ki artık gittiğim Bahariye'deki o erkek kuaförüne gitmeyeceğim.

Dürüst olmak gerekirse şu an, yüzüme tavukg*tü betimlemesi yapılmasından dolayı alınmayacağım. Çünkü aynaya bakınca bir 2002 Dünya Kupası'ndaki Ümit Davala, Amerikan Koleji'ndeki bir nerd, hatta Tenten görebiliyorum.

Neyse ki; domuz gribi temelli, adı haricinde tam anlamıyla bir folbıreyk'i ve içine aldığı Kurban Bayramı'nı daha sıkıntısız bir şekilde atlattık. Şimdi yeniden çılgın ödevler, süre bazında ÖSS'yi hatırlatan sınavlar; gerek efemine tavırları, gerek kompleksli halleri, bazen de sevdiğimiz yönüyle dilimize dolanan hocalar ellerinde kazıkla bizi bekliyorlar. Umalım ki, şu yoğun dönemi mümkün olduğunca sıkıntısız atlatalım ve herkesin geçmiş Kurban Bayramı ve tatili iyi geçmiş olsun. Bir de Çeto kardeşimin domuz gribi geçmiş olsun ve tatilden dönen kimse H1N1'e avlanmamış olsun (:

27 Kasım 2009 Cuma

Selamünaleyküm mahiyetinde

Efendim; yıllarca arkadaşlarımın açıp bir narrator edasıyla yazdıkları blogları takip ettikten sonra kendi kendime "Ulan benim neyim eksik? Aslında ben de zaman zaman görmüş geçirmiş bulunduğum, maruz kaldığım enstantaneler silsilesini eş dostla paylaşabilirim!" dedim ve "İçimdeki Ahmet Altan'ı çıkaracağım!" mottosuyla bu blogu açmaya karar verdim (Fakat sizi temin ediyorum ki, kendisi gibi "Toscana'da dağ eteğinde taştan bir ev içinde barış havasında sevişmek istiyorum" tarzında cümleler kurmayacağım). Nedir burada bir nevi paylaşacağım? Gün içimde başımdan geçen çılgın bir vaka, duygulandığım veya öfkelendiğim zaman içimdeki hissiyatı tasavvur edecek bir not, takdir yahut lânet getireceğim güncel bir siyasi mesele, gün içinde elime ulaşan ifşa edilesi bir fotoğraf; kısacası duruma göre herşey paylaşılabilir.

E peki neden "Komiklik şakalar..." ? Çünkü koca bir şakanın içinde yaşıyoruz. Kanımca yer yer şahit olduğumuz ve epic fail bir olay da koca bir şaka, bizi derinden sarsabilecek üzücü bir hadise de belki de beklenmemişliğinden koca bir şaka, iniş ve çıkıştan ibaret olan şu ahir ömrün inişten çıkışa, çıkıştan inişe geçtiğimiz her anı bizim için koca bir şakadan ileri geliyor. Fakat bu vecizeyi başlık yapmamda en büyük faktörün Cem Yılmaz olduğunu söylemeliyim (gerçi söylememe gerek yoktur ama (: ). Neyse ki başlığı değiştirebiliyoruz, ayarlarda gördüm. Yarın öbürgün geçirilmesi olası ruhsal devinimlerim sonucu bir baktım ki emo olmuşum, yahut gevşeğin teki, yahut başka birşey; o başlık değişmiş. Hiç belli olmaz.

İlk not için bile uzun oldu gerçi, burada bitireyim de sonra devam edeyim. Daha neler yazıp, ne fotoğraflar koyacağım neler... Beni yakın arkadaş belleyen herkes, maalesef bu blogun açılmış olmasından mütevellit risk grubunda yer almaktadır.

Velhasılkelâm, selamünaleyküm! (: